YETİŞKİN ÇOCUKLAR



Gelişmiş ülkelerde; yaşayan insanlar, hayatı daha mutlu ve daha huzurlu yaşıyor. Bizden daha yetenekli, daha başarılı gibi duruyorlar. İş ve sosyal hayatlarında bizden ileride görünüyorlar. Çünkü dürüst yaşıyorlar hayatı ve erken yaşta sorumluluk alıyorlar. 18 yaşına gelince aileleri tarafından kendi hayatlarının sorumluluğunu almaya yönlendiriliyorlar. Biz ne diyoruz bu duruma. Aaa bak elin gavuru yavrusuna sahip çıkmıyor, 18 olunca onu hemen sokağa atıyor. Ama durum gerçekten böyle mi acaba? Her anne baba gibi yabancılarda çocuklarının başarısınıve iyi olmasını istiyor elbette. Onlardaki fark şu; çocuklarınıpamuklara sarıp sarmalamak yerine, hayata gerçekten hazır olabilmeleri için bebeklikten başlayarak sorumluluk veriyorlar. Tabi bunda ülkelerin ekonomik ve sosyal yapısının uygun olması da etkili fakat tek sebep bu değil. İnsanlar erken yaşta kendi hayatlarının sorumluluğunu aldıklarında, bizim toplumumuzdaki yaşıtlarından en az 1-0 önde başlıyorlar hayata. Bu da başarıyı, karar verme sürecinin hızlanmasını, yapılan hatalarla kazanılan tecrübe denen olgunun gelişmesini, dolaylı olarak hayat kalite ve standartının artmasını sağlıyor.

Özgüveni erken yaşlarda gelişmiş bireylerden oluşan toplumlarda mutsuz kişiler azınlıktadır.


Gelişmekte olan ülkelerde; çocuklar sürekli bir koruma-kollama haliyle büyü(tülü)yor. Yemeği yediriliyor, giysileri giydiriliyor, attığı her adımda sürekli takip ediliyor, aman bir kaza olmasın diye. Yani çocuğa hata yapma şansı tanımama durumu. İş yaşamına atılsa bile aileyle beraber ikamet etmeye devam. Artık yetişkin olan “çocuk”istese bile ayrılmayı, aile istemiyor çünkü. Sorun çocukta değil zaten. Evlen-inceye kadar özellikle erkek çocuklar hep anne “desteği” ile yaşıyor hayatı.Anneler hep doğru kararları verirken, çocukların düşünmesine gerek bile kalmıyor. Hayat mutlu mesut akıp gidiyor.


Güven ve sorumluluk duygusunu geç kazanan toplumlarda mutlu insanlar azınlıktadır.



Bekarlıkta; eli sıcak sudan soğuk suya değmemiş (özellikle erkek çocuklar), bırakın başkasının sorumluluğunu taşıyabilmeyi, kendi ayaklarıüzerinde nasıl duracağı hakkında yeterli bilgi ve tecrübeyi kazanma şansı verilmemiş yetişkin çocuklar büyüyor ülkemizde. Erkek çocuklar ana kuzusu, kızlar modern köle-hizmetçi olarak yetiştiriliyor. Erkek çocuklara hizmet edilirken, kız çocuklardan hizmet bekleniyor sürekli. Bu felsefeyle yetişen gençler, evlilik kurumunu oluşturuyor zaman ilerledikçe.


Evlilik; hayatın paylaşımı aslında. Ama bizim gibi toplumlarda, her işi kadın yapmak zorunda bırakılıyor. Kadın temizlik-yemek yapmalı,çamaşır-bulaşık yıkamalı, ütü yapmalı, çocuk doğurup bakmalı, çalışıp aile bütçesine katkısağlamalı vs. Erkek ne yapmalı peki? Televizyon karşısında semirmeli, kirli eşyalarını sağa sola atmalı, koltuk tepesinde uyuklamalı, annesinden gördüğü ilgi ve hizmeti beklemeli vs. Evlenince nihayet özgürlüğünü kazandığını sanan kadın için de, ailesinden gördüğü hizmet ve ilginin devam edeceğini sanan erkek için de mutsuz ve gergin bir hayat başlıyor aslında. Belki çocuk durumu toparlar diyerek, çevre baskısına boyun eğildiğinde işler hepten çıkmaz bir hal alıyor. Çünkü mevcut sorumluluklar konusunda bile bocalayan yetişkin çocuklar, çocukla birlikte gelen tatlı yükü kaldırmakta oldukça sıkıntı çekiyorlar. Bayanları anlamak da zor. Hem bu durumdan şikayet edip, hem de bu durumu yaratan bir bakış açısıyla çocuk yetiştirmeye devam ediyorlar. Özgürlük, sorumluluk nerede bilen, anlayan yok. Sonuç mutsuz insanlar, mutsuz hayatlar, mutsuz evlilikler, bu evlilikte yetişen mutsuz çocuklar, zamanla yıkılan hayaller, kaybolan yıllar, velhasıl “gelişmekte olan ülke”durumunu sosyal açıdan aşmayı başaramayıp, gelişemeyen bir toplum. Bu kısır döngü yıllardır büyük bir sorun olarak işgal ediyor hayatımızı.

Madalyonun bir yüzü; özellikle son yıllarda eğitim oranındaki artışa paralel olarak ekonomik özgürlüğün artması ve insanların bireysel olarak gelişmeleri, bu durumun pozitif yönde az da olsa ilerlemesini sağlıyor. Fakat tam da bu noktada, baskıcı ve dominant aile yapısını savunan kesim buna karşı çıkıyor. Bir sürü ön yargı ile hakkı olan özgürlüğü ve sorumluluğu alabilen insanları yaftalayıp, marjinal, radikal gibi sıfatlarla yargılıyorlar. Oysa kendi hayatını idame ettirebilme becerisini erken yaşta kazanan insanlar, hem bireysel olarak yol alıyor, hem sağlıklı ilişkiler kurarak toplum psikolojisine olumlu katkı sağlıyor, hem de aile ilişkilerini olması gerektiği düzeyde yaşayabiliyor. Bu insanların kurdukları evlilikler de saygı, farkındalık ve farklılıklara hoşgörüyle yaklaşmaları sonucu huzurlu bir şekilde sürüyor.

Madalyonun diğer yüzü; ensest ilişkilerin çoklukla yaşanması, küçük yaşta kızlarla koca koca “adam” denen varlıkların evlendirilmesi, aile içi şiddet, töre cinayetleri, gencecik insanların atlatamadığı travmalar sonucu yaşanan intihar vakaları...Ülkemizde bu liste uzar gider. Sebep çoğunlukla birey olamamakta. Yaşamı boyunca okuyacağı okul, yapacağı iş, evleneceği insan dahil, hayatına dair her kararı ailesi tarafından verilen kişiye birey demek pek doğru olmaz.

Bu sebeple çocuklarımıza şans verelim hata yapmaları için, sorumluluk verelim birey olabilmeleri için, en önemlisi fırsat verelim onlara bizim yaşayamadığımız hayatı yaşa(t)maktansa, kendi hayatlarını yaşayabilmeleri için. Bırakalım düşüp kanatsınlar dizlerini, sizin diziniz hiç kanamadı mı? Dışarıda oynarken terlesinler doya doya, üstüne soğuk su da içsinler, siz hiç içmediniz mi? Yanlış insanlarla arkadaşta olsunlar, siz hep doğru insanlarla mı beraberdiniz? Mimar, mühendis, doktor olmasın varsın, mutlu olduğu müzikse müzisyen, sporsa sporcu, sanatsa tiyatrocu-sinemacı olsunlar. Bizim imkansızlıklar sebebiyle yaşayamadığımız hayallerimizi, hayatlarımızıçocuklarımız üzerinden yaşamaya çalışmaya hakkımız olmamalı. Biz bu yanılgıya düşüyoruz diye, “yetişkin çocuklar” olmasın evlatlarımız. Düşsün, kalksın, ağlasın, gülsün, yaşasın kendi hayatını. Biz destek olalım, cesaret verelim, ayağa kaldıralım ki tekrar koşmayı başarsın. Yol değil, yollar sunalım önüne, seçim yapabilsin. Farklı bakış açıları geliştirebilsin. Düşünebilsin. Baktığı zaman görebilsin. Ayırt edebilsin iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı. Biz sevgi verelim, değer verelim, saygı duyalım. Yaptığı hataları görebilecek bakış açısıkatalım onlara. Belki torunlarımız gelişmiş bir ülkede yaşama şansına sahip olabilir. Bu farkı bugünden yapacaklarımızla yaratabiliriz. Bize faydası olmasa bile buna değer bence.

Ben, dilim döndüğü kadar bu soruna bakışımı ve kendimce çözüm olabileceğini düşündüğüm durumları anlatmaya çalıştım. Bu konu bugünden yarına düzelecek değil tabi. Önemli olan farkındalık yaratıp, insanların çocukları adına karar verirken tekrar düşünmesini sağlamak, çocukları sevmenin onları hayattan korumak olmadığını anlatabilmek. Saygı ve ışıkla...

Mutlu bireylerin kurduğu, mutlu ailelerden oluşan, mutlu bir toplumda yaşayabilmek temennisiyle...



BUGÜN HAYATIMIZIN GERİYE KALANININ İLK GÜNÜDÜR...

Yorumlar

  1. Çok önemli bir konuya değinmişsiniz. Toplumumuzun bakış açısına ve değer yargılarına bakıyorum da, değişimin çok zor olacağını düşünmekten kendimi alamıyorum açıkçası.. Oysa anlattığınız gibi hiç de zor değil farklı yaklaşabilmek olaylara.. Sanırım derinlerde bir yerlerde bir problem var. Çok derin bir konu bu..

    YanıtlaSil
  2. Aslında çok zor değil. Hatta basit bile sayılır. Gereken sadece, hepimizin ağzında pelesenk olmuş "sevgi" kelimesini, kelime olmaktan çıkarıp hayatlarımıza gerçek manada sokmak. Gerisi çorap söküğü gibi gelecektir bence.

    YanıtlaSil
  3. güzel bir yazı tebrik ederim
    yüreğine sağlık ...

    YanıtlaSil
  4. Sonunda seni aramızda görmekten büyük mutluluk duydum:)) Güzel yorumun için çok teşekkürler.

    YanıtlaSil
  5. Çok güzel anlatmissiniz. Uzun zamandır yazmiyorsunuz;acaba sevgi ve aşk üzeri yazarmisiniz ?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yorumunuz için teşekkürler. Yakında bahsettiğiniz konuları içeren yazılar yayınlayacağım. Umarım yorumlarınızla katkıda bulunmayı ihmal etmezsiniz:)

      Sil

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar